Kişisel Blog Tutmanın Püf Noktaları

0
50

Şimdi öncelikle şunu belirteyim; ben bu işin ustası, hocası falan değilim. 7-8 yıldır blog tutan, ufak çaplı bir okuyucu kitlesine sahip, yazdıkça eğlenen, eğlendikçe yazan bir insanım. Zaten durum böyle olduğu için, hiç mi hiç iddialı bir başlık atmadım. Bu yazımda; dikkate alanlara veya yazdıklarımı okumaktan keyif alanlara blog tutarken nelere dikkat ettiğimden tutun da, yazacağım konuları nasıl seçtiğime kadar birçok detayı anlatmaya çalışacağım.

Öncelikle blog yazarlığının fazlasıyla disiplin gerektiren bir iş olduğunu düşünmekteyim. Ve elimden geldiğince de bu disiplini sağlamaya ve korumaya çalışmaktayım. Hatta şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim ki; benim bu hayatta yaptığım en disiplinli şeydir yazı yazmak. Hayatıma dahil ettiğim birçok etkinlikten vazgeçerim, birçok önemli işi önemsiz hale getiririm ama yazmayı asla terk etmem. Hani bunu ister bir ihtiyaç olarak nitelendirin, isterseniz zevk. Nasıl düşünmek isterseniz öyle düşünün lakin başta da belirttiğim gibi; yazmanın disiplinli gerektiren bir iş olduğunu bilin.

Geçmişimde tuttuğum blog’larımda kendimce bazı kurallar geliştiriyordum. Örneğin; “günde en az üç yazı” diyordum kendi kendime, yazmadığımda kendimi kötü hissediyordum. Bu hatanın farkına uzun yıllar varamadım ve birçok blog’da bu kuralı uygulamaya çalıştım. İlk 4-5, şayet çok istekli olursam 9-10 ay kural eksiksiz bir şekilde ilerlese de; sonrasında inanılmaz bir yorgunluk hissi oluşturmaktaydı. Geçmişimde bulunan birçok blog’u bu yüzden kaybettim diyebilirim. Son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz için söylüyorum; bir nevi tükenmişlik sendromu oluşturuyordu bu durum bende.

Şimdi ise farklı bir disiplin metodu uyguluyorum. Metodun adı: “Canın istedikçe yaz“.

Okurlarımın mutlaka dikkatini çekiyordur; günlük girdiğim içerik miktarı. Bazen 1 yazı girip günü kapatırken, bazen 3-4 yazıya kadar çıkabiliyorum. Bu durum tamamen o günkü yazma isteğime bağlı olarak gerçekleşiyor. Önceden planlanmış veya önceden yayınlanmak üzere ayarlanmış içerik falan yok, anlayacağınız. Bu disiplin metodunda kendimce şöyle bir garantim var; her gün en az 1 içerik mutlaka girmiş oluyorum blog’a. Çünkü ben yazmadan duramam gün içerisinde. Ancak çok işim falan olması lazım ki; bilgisayarın başına oturamayayım ve haliyle yazamayayım.

Size de tavsiyem; bu konuda kendinizi serbest bırakmanızdır. Eğer canınız yazmak istemiyorsa; bırakın yazmayın. Çünkü sırf yazmak için yazarsanız, o blog bir süre sonra mala bağlıyor. İçerik üretmek için fazlasıyla saçmalamak veya belirlediğiniz çerçeveden uzaklaşmak zorunda kalıyorsunuz. Bu da zamanla blog ile aranızdaki bağı açmaya, gücünüzü düşürmeye başlıyor.

**

İçeriklerin konusunu hayatın her yerinden alabiliyorum. Bazen gün içerisinde yaşadığım bir olay, bazen gün içerisinde düşünürken “aa ben bunu blog’a yazarım”geleneğim, bazense eşin dostun önerileri önderlik ediyor konu başlıklarıma. Yazmaktan en çok zevk aldığım yazılar ise genelde “Günlük” kategorisine ait olan yazılar oluyor. İnsanın yaşadığı şeyleri büyük bir heyecanla okurları ile paylaşması bu işin en güzel tarafı değil mi zaten ?

Mesela size tavsiyem; mutlaka ara sıra eski yazılarınızı okuyun. Sonrasında ise yenileri ile mukayese edin. Bakın bakalım; zaman içerisinde siz ve kaleminiz değişime uğramış mısınız ? Şahsen bunu yapmaktan büyük keyif alıyorum. Kendi yazılarımı ara ara okuyarak, “vay be sanki dün yazdım bu yazıyı” demek çok hoşuma gidiyor. Tabi o yazıların onu dedirtebiliyor olması asıl olay zaten.

Yine bu konuyla ilgili olarak..

Bazı blog yazarları görüyorum çevremde; kişisel yazmaya çekiniyorlar. Hatta işi yumuşatmaya gerek duymazsak; utanıyorlar da diyebiliriz. Zamanında bizim de başımıza geldi bu durum, o yüzden çok iyi anlıyorum onları. “Çok kişisel yazasım var ama ya çevremden biri okur, dalga geçerse ?” ile başlar o utançlar genelde, haksız mıyım ? Sen bir umursama dostum onları! Şu hayatta bilgisayarın başına sadece Facebook, Twitter için geçen insanların, senin kaleminle dalga geçme hakkına sahip olduklarını mı düşünüyorsun ? O dalga geçenlerin birçoğunun “ama bu işte para var” dedikten sonra “nasıl lan ? Öğretsene” dediklerini görmene rağmen üstelik. Bırak umursama şu beceriksiz insanları, işine bak sen. Senin o “ya dalga geçerlerse ?” diye yazmadığın yazıları okumak için can atıyorum ben!

He illa da “yok ağabey, ben uğraşamam öyle dalgayla, malgayla kafaya takarım” diyorsan isimsiz olarak blog tut. Unutma ki; piyasada kimliğini saklayıp da çok önemli okuyucu kitlelerine ulaşan blog yazarları var, şimdi isim verdirtme bana. Buradan çıkaracağın sonuç; “sen yeter ki yaz!” olsun lütfen.

**

Onun haricinde blog’unun da yazılarının da tasarımına, göze hoş gelmesine çok önem ver. İçeriklerde görselliğin ne kadar önemli bir hale geldiğini, internet dünyasında takılan herkes görmüştür herhalde son yıllarda. Artık yazı bile geri plana atılabiliyor bazı noktalarda. İnsanlar sadece görsellere önem vermeye başladı ki; bu da hayli endişe edilmesi gereken bir durum. Bu durumu dikkate alarak; yaptığın her işte görselliğe önem ver. Misal; blog’unun renkleri göz yormasın, yazılarına bol bol, okurları rahatsız etmeyecek şekilde görseller ekle. Okuyucu sadece 1000 kelimelik bir yazı ile karşılaşmasın açtığında. Yazının heybetinden korkmayıp, görsellerin getirdiği renk ile akıcı bir şekilde okuyup, değer versin kalemine.

Eğer okuyucu ile arandaki bu değer olayını tutturabilir isen sırtın bir daha yere gelmez zaten, rahat ol! Mesela onların sana değer verdiğini en iyi yorumlardan analiz edebilirsin. Yazılarına gelen yorumlar, doğrudan sana yapılmış yorumlardır. Eğer bir okuyucu, yazına yorum yapıyorsa bil ki; o yazı başarılı bir yazıdır. Okuyucunun bir yazıya yorum atması demek, yazıyı okumaktan keyif aldığını gösterir (istisnalar olmakla birlikte). Şahsen ben sevmediğim hiçbir içeriğe yorum atmamışımdır bugüne dek. Daima es geçerim, başka bir yazısını okurum yazarın. O yüzden sakın “yorum gelse ne olur, gelmese ne olur ?” kafasıyla bakma olaya, yorumları önemse.

**

Tüm bunların dışında, en önemli hususlardan bir tanesi de; okurların ile olan iletişimindir. Blog’unda mutlaka bir iletişim sayfası olması gerektiğini herhalde biliyorsundur ? Bilmiyorsan da öğren ve ekle! İletişim sayfası olmayan blog’lar, %50’si eksik blog’lardır. Siz hiç irtibat telefonu olmayan bir şirket gördünüz mü mesela ? İletişim, insan ilişkisidir bütünüyle. Okurlarınız ile aranızda iletişim sağlayamadan, onlara kendinizi sevdirmeniz pek mümkün olmayacaktır.

Yine bu iletişimden yola çıkarak; “Hakkımda” sayfanızı da es geçmeyin. Her okur, okuduğu blog’un kime, nasıl bir insana ait olduğunu merak eder. O yüzden kısa ama öz bir sayfa oluşturup, kendinizi tanıtmanız çok hoş olacaktır. Sayfanıza koyacağınız bir fotoğrafınız da okurlarınız ile aranızda bir güven ortamı oluşmasına ön ayak olur tabii ki.

**

İlk yazıda bahsetmek istediklerim bunlarla sınırlı. Lakin konu fazlasıyla derin olduğundan herhalde ilerleyen zamanlarda devamını da yazarım. Şimdi ilk yazıdan sizleri sıkmak, yazının uzunluğundan ötürü bunaltmak istemedim. Parçalara bölmek en iyisi olacaktır diye düşündüm.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı girin